“Benim
bağlanma sorunum var.” günümüzde çok sık duyduğumuz bir cümle haline geldi.
Kişiler ilişkilerinde yaşadıklarını sorunları, birbirlerine olan değişken
tutumlarını bağlanma sorunu olarak görmeye başlamış ve bunu bir kalıp cümle
halinde somutlaştırmışlardır. Kimi insanın kimseyi sevmemesine verdiği isim
buyken, kimisinin ise ilişkiye başladığı insana karşı olan ani değişimlerinin
ismidir. Biraz daha detaylı inceleyip, bağlanmanın insan hayatında nereden
başladığını ve bunun bir sorun haline
nasıl geldiğini, ilişkilere nasıl farklı şekillerde yansıdığına bakalım.
Bağlanma
yaşamımızın henüz ilk yıllarında oluşmaya başlayan bir durumdur. Hayata
gözlerimizi açtığımız zaman tamamen savunmasız ve bakıma muhtaç olarak geliriz
dünyaya. Fizyoloik ihtiyaçlarımızın doyurulması için bize bakacak bir kişiye bağlıyızdır.
Bunun dışında insanları diğer canlılardan ayıran duygusal ihtiyaçlardır ve
dünyaya gelen bebek fiziksel ihtiyaçlarının dışında bu kişiye duyusal
ihtiyaçlarının karşılanması için de bir bağ kurmalıdır. O zaman bağlanma, çocuk
ile yetişkin bir birey arasında olumlu bağı ifade eder diyebiliriz. Bu kişi
genelde anne olduğu için yazının geri kalanında bu kelimeyi kullanacağım.
Yetişkinliğimizde
bağlanabilen kişiler olup olmamamız büyük ölçüde annemizle yaşadığımız çocukluk
deneyimlerimize bağlıdır. Yani beynimizin bağlanma olgusunu “güven, sıcaklık ve
koruma” ile mi yoksa “terk edilmek, yalnızlık ve korku” ile mi bağdaştırdığı
ile ilgilidir. İki veya üç yaşına kadar yaşadıklarımızı ve ilk deneyimlerimizi
hatırlayamayız. Bu yüzden bağlanma korkularını yöneten en büyük güç
bilindışımızdır. O dönemin izleri hafızamıza ve bilincimizde yer almasalar
bile ruhumuza kazınmışlardır. Kişinin annesi ile olan ilişkisi sonucunda benlik ve başkaları modeli oluşur.
Benlik
Modeli: Kişinin ne ölçüde kendini sevgiye layık, değerli bir birey olarak
gördüğü ile alakalıdır.
Başkaları
Modeli: Kişinin diğer insanları ne ölçüde güvenilir, ilgili ve sevgi sunmaya
hazır bireyler olarak gördüğüdür.
Güvenli
Bağlanma (“Ben iyiyim ama sen de iyisin!”): Güvenli bağlanan bireyler eşleriyle
olan yakınlık ve mesafelerini iyi ayarlarlar. Fazla yakınlaşmak onları
kaygılandırmaz, tam tersine karşılarındakilere güvenle bağlanarak, bu durumdan
keyif alırlar. Güvenli bağlanmalarının bir diğer nedeni de, sınırlarını iyi
çizebilmeleri, suçluluk veya kaygı duymadan itiraz edebilmeleridir. Bu bireyler
çocukluk dönemlerinde annelerine yaranmak için fazla uyum sağlamak,
cezalandırılmaktan kurtulmak için fedakarlık yapmalarına gerek kalmamıştır.
Çocukluklarında kişisel isteklerini söylemelerine izin verilmiş hatta
desteklenmiştir.
Saplantılı
Bağlanma (“Ben kötüyüm ama sen iyisin.”): Annelerinin davranışları o anki ruh
haline bağlı olduğundan çocuk tarafından öngörülemez. Anne bazen sevecen ve
duyarlı bazen itici, mesafeli ya da öfkeli davranır. Anneleri onlar için
rahatlatıcı ve güvenli bir bölge değildir. Bu yüzden bu çocuklarda özerklik ve
bireysellik yerine belirgin bağımlılık duygusu gelişmiştir. Yetişkinlik
dönemlerinde de sürekli eşlerinin onayını ve takdirini almaya çalışırlar. Bu
kişiler genelde kendilerine zarar veren ilişkilere saplanıp kalmaya eğilimleri
vardır. Eşleri ve ilişkileri olmadan yaşayamayacaklarına inanırlar.
İlişkilerinde başarısızlığa uğradığında kendini suçlama eğilimde bulunurlar.
Tedirgin-Kaçınmacı
Bağlanma (Ben kötüyüm ama sen de kötüsün!”): Çoğunlukla mesafeli, soğuk, bazen
alaycı, aşağılayıcı ve kötü davranan anneleri vardır. Bebeklik çağlarına boşluk
duygusu, reddedilme, yakınlaşmama ve anlayışsızlık deneyimleri damgasını
vurmuştur. Reddedilmekten aşırı derecede korkarlar. Ayrıca düşük özdeğer
duyguları ve insan ilişkileri konusunda kuşku duymaları yüzünden hep acı
çekerler. Karşılanmamış sevgi ihtiyacını hep içinde taşırlar ve sürekli bir
ilişki isteği duyarlar. Ancak eninde sonunda terk edileceklerine emin oldukları
için mutlu olabileceklerine inanmazlar ama bir yandan da mutlu olacakları
umudunu hep taşırlar. İnsanlara yaklaşmaktan ölesiye korkarlar ama derin bir
bağlılığa duydukları özlemden dolayı yalnızda yaşayamazlar ve bu döngü içinde
acı çekerler.
Kayıtsız-Kaçınmacı
Bağlanma (“Kendimi de, seni de umursamıyorum!”): Bu kişiler çocukluktan kalan tecrit ve terk
edilme korkularını tetikleyen tüm içsel duygularını bilinçlerinden
uzaklaştırmayı öğrenmişlerdir. Duygusal stres altına girdiklerinde duygularını
aşırı yoğun yaşarlar. Bu uyarımlar daha bilinç düzeyine gelmeden hemen
bastırılır. Korkularını artık hiç bir şey hissetmeyene kadar bastırmayı
öğrenmişlerdir. Aksi halde her şey onlar için ölümcüldür. Duygularını,
kendileri için bile bir şey hissetmeyecek şekilde bastırırlar.
Bu bağlanma
modellerinin sonucunda 3 tip ilişki modeli ortaya çıkar.
Avcı (Seni
elde edemediğim sürece peşindeyim.): Bu
kişilerin yaşamları çeşitli ilişkilerle ve maceralarla geçer. Avcı sadece
avlamak ile ilgilenir. Kazanma umutları içlerinde var olduğu sürece reddedilmeye
aldırmazlar. Hatta bu onların kazanma güdülerini daha çok tetikler. Ancak avını
elde ettikten sonra ilgisini yitirir. Peşinde koştuğu kişi de ona ilgi duymaya
başladığını hissettiği zaman her şey bitmiştir.
Prenses/Prens
(Kimse bana layık değil.): Coşkulu bir aşk karşısında idealleştirme süreci
sonucunda o kişiyi değersizleştirip fırlatıp atarlar. Hem ilk bakışta aşık
olabilirler, bulutların üzerinde geziyormuş gibi hissedebilirler. Ama belli bir
süre sonra ilişki yaşadığı kişinin zayıflıklarına tahammül edememeye başlar ve
gözünde gittikçe değersizleştirmeye başlar. Sürekli eleştirerek hayalindeki “mükemmel
kişi” haline getirmeye çalışır.
Duvarcı
Ustası (Aramızdaki yakınlığı ve mesafeyi ben saptarım.): İlişkilerinde
mesafeleri belirler. Gerek işine gerek hobisine sığınarak ilişki yaşadığı kişi
ile arasına bir duvar örer. Özgürlüklerinin kısıtlanacağı korkusu bu
davranışlarına sebep olur. Sadece kendi istedikleri zaman yakınlaşma
gösterirler.
Bu üç ilişki
modeline sahip kişilerin bu şekilde davranış göstermelerinin temel nedeni
çocukluklarından bu yana peşlerini bırakmayan yoğun terk edilme korkusu,
kendisini sevgiye değer hissetmeme, yalnızlık korkusudur. Kendisinden istenen
beklentilere karşısında panik yaşarlar ve çocukluk yaşantıları tetiklenir.
Kendilerine göre geliştirdikleri savunma mekanizmalarının arkasına sığınır ve
kendilerini korumaya alılar. Aslında derin bir sevgi açlığı içinde acı çekerler
ve bir ilişki karşısında ne “EVET” ne de “HAYIR“ diyebilirler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder